logo

Cüneyt Arkın, Yaşayan Efsane

Cüneyt Arkın, Yaşayan Efsane
O adeta yaşayan bir efsane,

kendi kuşağındaki çocukların kahramanı,

vatanların kurtarıcısı,

mazlumların duası,

Kara Murat, Battalgazi, Malkoçoğlu, İslam Bey, Komiser Cemil, Vatandaş Rıza…..

O'nun adına ne kadar güzel sıfat varsa yakıştırmak mümkündür;

;

İşte hakkında bazı bilgiler, röportajlar ve replikler,

Cüneyt Arkın, gerçek adıyla 

(Doğum; 8 Eylül 1937), Türk sinema oyuncusu, yapımcı, senarist. Eskişehir'in merkezine bağlı Karaçay köyünde doğdu. Babası Kurtuluş Savaşı‘na katılmış Hacı Yakup Cüreklibatur'dur. Aslen Nogay‘dır. Lise öğrenimini Eskişehir Atatürk Lisesi‘nde gördü, 1961 yılında İstanbul Tıp Fakültesinden mezun oldu.

Sinema kariyeri

Memleketi Eskişehir‘de, yedek subay olarak askerliğini yaparken, Göksel Arsoy‘un başrol oynadığı Şafak Bekçileri (1963) filminin çekimleri sırasında yönetmen Halit Refiğ‘in dikkatini çekti. Askerliğini bitirdikten sonra Adana ve civarında doktorluk yaptı. 1963 yılında Artist dergisinin yarışmasında birinci oldu. Bir süre iş arayan Cüneyt Arkın, 1963'te Halit Refiğ'in teklifiyle sinema oyunculuğuna başladı ve 2 yıl içinde en az 30 film çevirdi.

1964 yılında oynadığı Gurbet Kuşları filminin finalindeki kavga sahnesi, Arkın'ın kariyerinde bir kırılma noktası oldu. Bir süre daha duygusal-romantik jön karakterlerini canlandırdıktan sonra yine Halit Refiğ'in önerisiyle aksiyon filmlerine yöneldi. Bu dönemde İstanbul'a gelen Medrano Sirki‘nde altı ay süreyle akrobasi eğitimi aldı. Burada öğrendiklerini Malkoçoğlu ve Battalgazi serilerinde beyaz perdeye aktararak, Türk sinemasına daha önce hiç örneği olmayan bir tarz getirdi[4]. Kısa sürede avantür filmlerin en aranan oyuncusu haline geldi. Romantik filmlerle başladığı sinema yaşantısını hareketli filmlerle sürdürse de birçok farklı türde karaktere can verdi. Kariyeri boyunca westernden komediye, macera filmlerinden toplumsal filmlere kadar değişik türde filmler çekti. Özellikle Maden (1978) ve Vatandaş Rıza (1979) filmleri, Cüneyt Arkın'ın kariyerinde özel bir yer kaplar.

12 Mart dönemi sırasında, 4. Altın Koza Film Festivali‘nde (1972) jürinin ilk oylamasında Yılmaz Güney‘i Baba filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu seçilmesine rağmen daha sonra siyasi baskılarla Yılmaz Güney'in yerine, ilk oylamada Yaralı Kurt filmindeki performansıyla ikinci olan Cüneyt Arkın'ı en iyi erkek oyuncu seçti. Bu karara tepki gösteren Arkın ödülü reddetti.

Cüneyt Arkın sinemasına ayrı bir renk getiren, yönetmenliğini Çetin İnanç‘ın yaptığı 1982 tarihli Dünyayı Kurtaran Adam zamanla bir kült film haline geldi. 1980'li yıllarda Ölüm SavaşçısıKavgaSürgündeki Adam ve İki Başlı Dev gibi aksiyon filmlerinden sonra, 1990'lı yıllarda da polisiye dizilere yöneldi.

Cüneyt Arkın, binicilik ve karatede uzman sporcu unvanına sahiptir. Oyunculuğun yanı sıra televizyon izlenceleri sunmuş ve kısa bir süre gazetelerde sağlıkla ilgili köşe yazarlığı da yapmıştır. 2009 yılında omurgasındaki sinir sıkışmasından dolayı yaklaşık üç ay hastanede tedavi gördü.

Özel hayatı

Cüneyt Arkın ilk evliliğini 1964 yılında kendisi gibi doktor olan Güler Mocan ile yaptı. 1966 yılında kızları Filiz doğdu. 1968 yılında boşandıktan bir yıl sonra Betül (Işıl) Cüreklibatur ile evlenen Cüneyt Arkın'ın, bu evlilikten de Kaan ve Murat adlarında iki çocuğu vardır. Kızı bir şirkette genel müdürlük yapan Arkın'ın oğullarından Murat da dizilerde oyunculuk yapmaktadır. Bir dönem alkolizm tedavisi görmüş olan Arkın, alkol, uyuşturucu ve gençliğin sorunları konulu sayısız konferans vermiş, bunlarla ilgili teşekkür beratları ve onur ödülleri almıştır.

Siyasi yaşamı

Türk milliyetçisi kimliğiyle bilinen Cüneyt Arkın 2002 Genel Seçimlerinde Anavatan Partisi‘nden Eskişehir milletvekili adayı olması için Mesut Yılmaz tarafından teklif götürüldü. Sonraki yıllarda ise İşçi Partisi adına düzenlenen ve bir grup bilim adamı, aydın ve sanatçının katıldığı İşçi Partisi Hükümeti'nde Göreve Hazırız kampanyasına katılarak, yeniden siyaset sahnesinde adını duyurdu.

*****************
Cüneyt Arkın'dan Trump'a: ‘Sen bizi ne sandın lan' : Yeşilçam filmlerinin sembol isimlerinden Cüneyt Arkın, sosyal medya hesabında ABD Başkanı Donald Trump'a seslendiği bir video paylaştı. Arkın, “Sen bizi o zenciler mi sandın. Nice ülkelerin servetlerini alçakça ele geçirdin. Eyy Amerika sen demokrasi düşmanısın. Nerede bir faşist-dikta varsa sen onun koruyucususun” dedi.
*****************
Cüneyt Arkın bilinmeyenlerini anlattı

Eskişehir'de, iki odalı kerpiç bir gecekonduda başladı yaşam macerası. Biz onu, Yeşilçam'ın en hızlı aksiyon filmlerinin, at sırtında hem Bizans'ı hem de Bizans prenseslerinin gönlünü fetheden yeşil gözlü yakışıklısı olarak tanıdık. Oysa müthiş dramlar
vardı hayatının gölgeli koridorlarında.
Tıp fakültesinde okuyan bir inşaat işçisi de oldu, başucuna bir somun ekmek koyup ona bakarak uyuyan kederli adam da… Cemal Süreya'lı, Turgut Uyar'lı muhabbet dolu dost sofralarının deminden Yeşilçam'ın film setlerine uzanan, kelimenin tam manasıyla film gibi bir yaşam onunkisi. Bu hafta vizyona giren “Panzehir” adlı filmde 42 yıl sonra ikinci kez “kötü adamı” büyük bir başarıyla canlandıran Cüneyt Arkın'ın hayat defterinin acı tatlı sayfaları arasında dolaştık bu hafta da… Huzurlarınızda James Bond olmayı elinin tersiyle iten ama Türkiye'nin gönlünde bin James Bond gücünde olan bir kahraman, Cüneyt Arkın…

* Bizanslılara mı, hayata karşı mı savaşmak, hangisi daha zordu?
– Savaşçılık genlerimde var. Sülalem Tatar soyundan; Kırım'dan gelmişler. Babam da İstiklal Savaşı gazisiydi. Eskişehir'de doğup büyüdüğüm bozkırlar için “Engerek yılanı bile yaşamaz” denirdi. Güneş toprağı öylesine yakardı ki, fırına girmiş gibi olurdunuz. Bir yanda kuraklık, bir yanda hastalık almış başını gidiyordu.
* Kediden geçtik, bir uçurtmam bile yoktu diyorsunuz…
– Ne uçurtması? Bütün oyuncaklarım, hatta bilyelerim bile topraktandı. İki odalı kerpiçten bir gecekonduydu oturduğumuz yer. Düşün, tuvaleti bile en az evin 200 metre dışındaydı yahu…
* Gerçekten de film gibi…
– Öyle zamanlar olurdu ki ablalarım, anam, babam toprağı kazardı, bulduğumuz acı kökleri yerdik. Açlık onursuz bir şeydir, insanı insanlıktan çıkarır. Uzun yıllar, bu onursuzluğun sefaleti ile yaşadım. Üstüm başım hep hayvan ve ekşi küspe koktuğundan diğer çocuklar benden uzak dururdu.
* Nasıl bir babanın evladı Cüneyt Arkın?
– Bir kere bile olsun beni kucağına alıp okşadığını hatırlamam. Sabah 6'da kalkar, gece yarılarına kadar koşuştururdu. Onca boğazı doyurmak kolay değildi tabii. Önceleri 100 koyunumuz vardı, sonra bir kuraklık geldi, ardından da şarbon… Hayvanlar telef olup gidince, babam da ırgat oldu. Para yok ki bir yardımcı tutsun… Haliyle gece birlikte çobanlığa çıkardık. Ailece ahırın önüne taştan topraktan bir gecekondu yaparken ellerimiz kan içinde kalmıştı. Zaten 13 kardeşten üçümüz hayatta kaldık.
* O yoksullukta o kadar çocuk…
– Cehalet işte… Küçük ablam da sevdiği adama kaçınca babam reddetti onu. Bir şubat günü gittim yanına; baktım gecekondusunu kendi yapıyor. Dışını elleriyle sıvadı. El izleri kalmıştı duvarın dört bir yanında. Ablam öldükten sonra söktüm aldım o el izlerini.
* Mutsuzluk, umutsuzluk diz boyu…
– Çok da mutsuz değildim açıkçası. Çocukluğun en iyi tarafı sorumluluk hissinin olmaması ve ben de bütün sorumluluklardan uzaktım.

ARTIK YEMEKLERİ ÖNÜME KOYUYORLARDI

* Fakat ister istemez sonradan yükleniyor sorumluluk omuzlara.
– Öyle tabii. Fakülte yıllarımda da hep çalıştım. İstanbul'da Tıp Fakültesi'nde okurken ilk iki yılımı Sirkeci'de bir otel odasını iki inşaat işçisiyle paylaşarak geçirdim. Ders zamanı okula gider, kalan zamanda da onlarla inşaatlarda çalışırdım.
* Bir yanda anatomi dersi, öte yanda inşaat işçiliği…
– Stajımı yaptıktan sonra az çok hasta tedavi edebilir duruma geldiğimde hocam Cihan Abaoğlu beni evlere hastabakıcı olarak göndermeye başladı. Hastanın başında 24 saat bekleyip, acil durumda müdahale etmekti görevim. Fakat tabii yeri geldiğinde adamı tıraş da ediyordum, altını da temizliyordum.
* Cebiniz para gördü mü peki?
– Ayda burs parası olarak 60 lira alırdım. Hastabakıcı olarak bir eve gittiğim zaman ise günde 15 lira kazanıyordum. Ama ev sahiplerinin artık yemeklerini önüme koymaları çok ağrıma giderdi. İlk paramı aldığımda fırına koşup paranın hepsiyle ekmek aldım. Çiğnemeden yuttum, patlayana kadar yedim. Sonunda da kustum.
* Ekmeğin yanında biraz da peynir alsaydınız…
– Ekmekleri görünce açlık korkumu yeniyor, huzur buluyordum. Yıllar sonra bile kaldığım otel odalarında baş ucumdaki komodinin üzerine bir somun ekmek koyar, ancak ona bakarak uyuyabiliyordum.
* Bu tünelin sonunda hiç mi ışık yok Cüneyt Bey, hep mi böyle karanlık?
– Öğrencilik yıllarımda hoş günler de geçirdim. Eskişehirli birkaç arkadaş beraber kalıyorduk. Adam başına 45 lira kira düşüyordu. Ben hikâyeler karalıyorum, Tekin (Elagöz) şiir yazıyor, Cengiz (Çelikten) de düz yazı denemeler. Cengiz ayrıca iyi balıkçıydı…
* Hah şöyle, güzel bir balık yiyelim bari en azından.
– (Gülüyor) Haftada bir Cengiz tuttuğu palamutları getirirdi, yanına da bir şişe 75 kuruşluk Güzel Marmara şarabı açardık. Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi isimler de aramıza katılır, sohbetin dibine vururduk. Kadife yumuşaklığında bir sesi vardı Cemal Süreya'nın. O muhabbetlere doyum olmazdı.

KADINLARA İĞNEYİ ŞALVAR ÜSTÜNDEN YAPARDIM

* Acı tatlı günlerle fakülte bitti… Peki ya sonra?
– Hocalarım üniversitede kalıp akademik kariyer yapmam için çok ısrar etti. Ama ben elimde bir tek steteskopla tuttum yine Anadolu'nun yolunu.
* O yıllarda Anadolu'da doktorluk yapmak kolay olmasa gerek.
– Kadınlara iğneyi bile şalvarın üzerinden yapardık. Çıplak ete iğne yaptığımı hiç hatırla-mıyorum. Bir gün katır sırtında jandarmayla beraber köylere gittik. Baktım bir evden feryatlar yükseliyor. İki kocakarı elleri kir içinde doğum yaptırmaya çalışıyorlar. Belli ki bebek ters geliyordu. Hemen müdahale etmek istedim ama kadının kocası çifteyi göğsüme dayadı.
* O neden?
– Sonradan yanımdaki jandarma; “Bir erkek, kadının mahremini göremez, ona dokunamaz” dedi. Zavallı kadının çığlıkları sabaha kadar yeri göğü inletti. Güneş doğduğunda bebek de, annesi de ölmüştü.

* Yıl 1963, Artist dergisinin yarışmasına katılıyorsunuz. Doktorluğu bırakıp oyuncu olmak büyük bir kumar değil miydi?
– Aslında nörolog olmak istiyordum ama boş kadro yoktu. Hastanede boğaz tokluğuna çalışıyorsun. Kadrolu olmadığın için yemek de vermiyorlar. Hoş ben hemşirelerin yemeklerini yerdim ama (gülüyor)…
* Yakışıklı olmanızın avantajını kullanıyordunuz anlaşılan.
– Çalışmaktan, yakışıklı olup olmadığımın farkında bile değildim. Üniversite son sınıfta bir kız gelip, “Gözlerin ne güzel öyle yeşil yeşil” deyince, hayatımda ilk kez bir aynaya baktım, ulan hakikaten yeşilmiş… Ancak o zaman, 23 yaşında fark ettim gözlerimin rengimi.
* Ve kızların peşinden koşmaya başladınız…
– Para yok, pul yok nasıl koşacaksın? Bir defasında beraber olduğum kadının iç çamaşırlarıma iğrenek bakmasını hiç unutmam.
* Niye kirli miydi?
– Hayır, yamalı da, kirli de değildi. Onları anam Sümerbank pazarından alıp kendi elleriyle dikmişti. Ama çivitle o kadar çok yıkamıştı ki kirli gibi duruyordu. O gün ceketimi satıp iç çamaşırı aldım kendime. Bu olay nasıl içime işlemişse, şöhret olduktan sonra durmadan atlet, kilot alıyordum. Hastalık haline gelmişti bende.

YILMAZ'IN ÖDÜLÜNÜ VERDİLER, ALMADIM

* Sinemada çılgınca işler yaptınız. Özel hayatınızda da var mıydı böyle delilikleriniz?
– Olmaz mı? Bir keresinde Paris'te Ajda'nın misafir edildiği köşkte yemeğe davetliyiz. Hülya Koçyiğit, Erkan Özerman falan da var. Baktık at üstünde bir adam geldi davete.
* Otomobil daha icat edilmemiş miydi?
– (Gülüyor) Cüneyt Arkın'dan dayak yemek ister misin İzzet? O kadar da yaşlı değiliz. Neyse adam elmas kralı Tosunyan'mış. Masadakilere elmas dağıtmaya başladı. Ben de biraz içmişim. “Ulan” dedim kendi kendime “Sen atla gelirsin de ben gelemez miyim”…
* Eyvah eyvah!
– O kafayla çıktım evden. Paris'te şiir gibi bir pazar yeri vardır, meyveler sebzeler atlı arabalarla gelir. Oradan bir at satın aldım. Atladım sırtına, Ajda'nın evinin kapısına dayandım. İnan oraya kadar nasıl geldim bilemiyorum. Ajda'nın o anki suratı hâlâ gözümün önünde (gülüyor).
* Yılmaz Güney'i aratmıyorsunuz kafanıza eseni yapmak konusunda.
– Yılmaz müthiş bir insandı. Bazen bana gelirdi, oturup içerdik. Anadolu geleneklerine göre saygı icabı kadehi alttan tokuşturmak gerekir. Kim daha alttan vurursa karşısındakine o kadar saygı duyuyor demektir.
* Kim kazanırdı bu “yarışı”?
– Sen daha alttan vuracaksın, ben daha alttan vuracağım derken bir gün baktım Yılmaz evin bodrumuna inmiş. Oradan aşağısı yok ya (gülüyor)… Öylesine güzel dostluğumuz vardı ki… 12 Mart döneminde Altın Koza Film Festivali'nde Yılmaz'ın hak ettiği ödülü siyasi nedenlerle ona değil bana verdiler. Ben de reddettim tabii.
* Tavrı ne oldu?
– “Ağam helal olsun, içkiler benden” dedi.

CÜNEYT, ŞAH DÖNEMİNDE İRAN'DA ÇOK MEŞHURDU

* Artist dergisinin yarışmasında neler oldu?
– Aslında ondan önce Eskişehir'de askerlik yaparken, bizim kışlanın yakınında Göksel Arsoy ile birlikte “Şafak Bekçileri”ni çeken Halit Refiğ ile tanışmıştım. Yarışmaya girmemi Halit Abi istedi. Kazanınca da “Gurbet Kuşları”nda verdiği rolle sinema maceram başladı.
* Peki Dr. Fahrettin Cüreklibatur'u Cüneyt Arkın yapmak kimin fikriydi?
– Artist dergisinin yöneticisi Recep Ekicigil, Cüneyt Gökçer'in Cüneyt'ini, Arkın Kitapevi'nin sahibi Ramazan Arkın'ın da Arkın'ını birleştirip beni öyle lanse etti.
* Çapkınlık günleri de başlamıştır şöhretle birlikte herhalde.
– Vallahi hiç vaktim yoktu çapkınlığa falan. Cumartesi pazar dahil günde 16 saat çalışırdım. Senede 24 film çektiğim olurdu.
(O ana kadar sessizce bizi dinleyen eşi Betül Hanım tüm zarafetiyle lafa giriyor…)
– B.A: Şah döneminde Cüneyt, İran'da öyle meşhurdu ki kadınlar Fahrettin diyorlar başka bir şey demiyorlardı…

İRAN PRENSESİ CÜNEYT İÇİN BİLEKLERİNİ KESTİ

* Evli miydiniz o zaman?
– B.A: Gizli gizli çıkıyorduk. Beni etrafa sekreteri diye tanıştırıyordu. O aralar İran'dan Stella Sait diye bir kadın geldi, prensesmiş. Kadın nasıl aşık bizimkine anlatamam. Cüneyt'e hediye etmek için avuç dolusu mücevher getirdi.
– C.A: Meğer mücevherler kraliyet ailesine aitmiş. Hepsini iade ettik tabii. Kadın inanılmaz zengin, saçını yaptırmak için sabah kalkar uçakla Tahran'dan Paris'e gidermiş düşünsene.
– B.A: Sonunda Cüneyt için bileklerini kesip intihar etmeye kalktı. Nasıl sabrettim bütün hepsine bilmiyorum.
– C.A: İlber Ortaylı bir gün yemekte bunlardan bahsetti bana. “Ulan sen nereden biliyorsun?” diye sordum. “Senin yüzünden neredeyse İran'la Türkiye arasında savaş çıkacaktı” dedi.
– B.A: Vallahi güzel de kadındı ha. Evet deseydin, bütün İran şimdi senindi.
– C.A: Demek seni ne kadar seviyormuşum ki gözüm hiçbir şey görmüyormuş.

HİÇBİR KADIN BANA “NAYIR” DEMEDİ

* Betül Hanım, nasıl tanıştınız Cüneyt Bey'le?
– B.A: Bir toplantıda karşılaştık. Biri Hanya'dan, diğeri Konya'dan gelmiş iki insandık… Herkes Cüneyt Arkın diye peşinden koşuyor, ben bir köşede oturmuş hiç ilgilenmiyorum. Bu tavrım dikkatini çekmiş olmalı ki, geldi dansa davet etti.
– C.A: Yahu ben öyle yalnızdım ki o kalabalığın içinde.
* Halbuki en popüler olduğunuz günler…
– C.A: Kiminle konuşacaksın ki? Atıf Yılmaz, Lütfi Akad, Halit Refiğ ile zaman zaman şiirden, edebiyattan falan bahsederdik. Onların dışında kafa dengim kimse yoktu. O gün baktım Betül de yalnız, dikkatimi çekti.
* Betül Hanım'ın ailesi tepki gösterdi mi kızlarının Türkiye'nin en meşhur jönüyle birlikte olmasına?
– B.A: Hem de nasıl! İlk günlerde “Asla olmaz böyle şey” diye kıyameti kopardılar.
– C.A: Sonra babası beni tanıdı; doktorluk geçmişimi, Anadolu geleneğimi falan öğrendi de öyle razı oldu.
* Cüneyt Arkın'a “Nayır” diyen kadın oldu mu hiç?
– Hiçbir kadınla o kadar yakın ilişkiye girmedim, öyle bir cevap alacak teklifte de bulunmadım.
* Duyan da karşımda bir melek oturduğunu sanır… Bir kanatlarınız eksikmiş Cüneyt Bey…
– (Gülüyor) Sözü hep çapkınlığa getirmeye çalışıyorsun ama vallahi yoktu o taraklarda bezim. Betül'le nişanlı olduğumuz dönem birkaç ufak maceram olmuştur o kadar. Zaten bu yüzden yapmadık dedikodu bırakmadılar arkamdan.

HAKKIMDA “ŞEY MİSİN” DİYE DEDİKODU ÇIKARDILAR

* Ne tür dedikodular?
– Bir ara ayrıldık Betül'le. Tek başıma dolaşıyorum geceleri, birkaç duble içip eve dönüyorum. Kadınlarla hiçbir ilişkim yok, kapatmışım o defteri. Bir gün arkadaşlarla oturuyoruz; “Sen şey misin?” dediler.
* Şey ne demek? Eşcinsel mi?
– Zamparalık yapmayınca etrafa da bu dedikoduyu yaydılar. Zaten öyle çok yalanlar yazılıp çizildi ki hakkımda… Bir gazete patronu Türkan Şoray ile aşk yaşadığımı söylememi bile istedi.
* Durup dururken neden aşık olacakmışsınız Türkan Şoray'a?
– Gazetenin tirajı düşüyormuş, bunu hazmedemiyorlardı. Sansasyon lazımmış. Birden kafam attı, “Ben nişanlıyım, Türkan da Rüçhan Adlı ile beraber. Siz bizi kendiniz gibi mi sanıyorsunuz? Şöhret uğruna gururumuzu feda etmeyiz” dedim ve vurdum kapıyı, çıkıp gittim. Arkamdan “Cüneyt, bittin oğlum sen, öldün. Bak gazeteler hakkında neler yazacak” diye bağırmaya başladı.
* “Türkan Şoray uğruna intihar etti” diye yazamayacakları kesin….
– Onu yazmadılar ama o günden sonra gazeteler en iğrenç iftiralarla saldırdılar. En kötüsü de “Cüneyt Arkın, karısı ve çocuklarının olduğu evde erkeklerle seks partisi yapıyor” diye yazmalarıydı.
* Gerçekten fazla abartmışlar…
– Neyse aradan birkaç yıl geçti, Gülşen Bubikoğlu ile film çekiyorduk. Setin dışında müthiş bir kalabalık, bizi görmek için toplanmış. Baktım bu meşhur gazete patronu geldi. Kalabalığa şöyle bir baktı; “Gerçekten halkın sevdiği sanatçıya, kimsenin gücü yetmezmiş. Yenildik!” dedi. Sonra bir de utanmadan “Sizin şöhretiniz benim de param ve gücümle Türkiye'de neler yaparız kim bilir” demez mi! Cevap bile vermedim, çünkü değmezdi.

“SAKIN TÜRKAN'IN GÖZLERİNE BAKMA, ÖLÜRSÜN” DEDİLER

* Filmlerde Türkan Şoray'la unutulmaz bir ikili oluşturmuştunuz…
– Onunla ilk filmimi çekerken “Sakın gözlerine bakma ölürsün” dediler. Kim gencecik yaşta ölmek ister ki? Karşılıklı ilk sahnemizde bu lafı çıkaramıyorum aklımdan. Kulaklarına, alnına, çenesine falan bakıyordum hep repliklerimi söylerken. Türkan nezaketten susuyor ama ben bir türlü istenen oyunculuğu veremiyordum. Sonunda “Ölürsem öleyim” diye isyan ettim ve baktım gözlerine.
* Şimşekler çaktı mı?
– Gözler göz değil gözistandı, memleket türküsüydü. Türkan o kadar alçakgönüllüdür ki, çocuk gibi darılır, çocuk gibi sevinir. Çok büyük aşk filmleri çektik birlikte. Genç kadınlar, delikanlılar özel hayatlarında bizim gibi sevip, bizim gibi aşık oluyorlardı.
* Şoray kanunlarının geçerli olduğu günlerden bahsediyorsunuz.
– Tabii… Türkan öpüşmezdi. Bir gün köyde film çekiyorum. Delikanlının biri yaklaştı yanıma, “Cüneyt Abi bütün filmlerini seyrettik, Türkan Şoray'dan 20'ye yakın çocuğun oldu. Bir kere bile öpmeden nereden çıktı bu kadar çocuk?” demez mi!

 

BALKONDAN ATLADIM, OMURGAM KIRILDI, FELÇ OLDUM

* Şöhretin bedelini ruhen olduğu kadar biraz fiziksel olarak da ödediniz sanırım…
– Biraz lafı hafif kalır. Malkoçoğlu'nun çekimleri sırasında balkondan atın sırtına atlayacaktım. At ürküp kaçtı, kıç üstü betona çakıldım. İnanılmaz bir acı duyuyordum. Alt tarafım tutmuyordu. Doktordum, anladım omurgam kırılmış, felç olmuştum.
* Korkunç bir duygu olmalı…
– Tek düşündüğüm şey çalışamayacak olmamdı… Karım ve iki oğlum açlığa mahkum olacaklardı. Ertesi gün teşhis kondu, sol bacağım artık benim değildi. Geceleri uyuyamıyordum. Betül sabahlara kadar ağlıyordu. Bir gece aklıma delice bir şey geldi.
* İntihar değil herhalde?
– Dur da dinle… Sürünerek mutfağa gittim, titriyordum, boğuluyordum. Masanın üzerindeki ekmeği aldım, öptüm alnıma koydum. Boğazlanmış bir hayvan gibi “çalışmalıyım, çalışmalıyım” diye ağlıyordum. Kararımı verdim, ayağa kalkıp… (Cüneyt Arkın'ın burada gözleri doluyor, konuyu değiştiriyoruz).
* Kaç kırık var vücudunuzda?
– Kalbim hariç her yerimde kırık var (gülüyor). Şaka bir yana bu işi yapmak için ya sevdalanacaksın ya da manyak olacaksın.

SİLAHTA TEK MERMİ BIRAKTIM, NAMLUYU KAFAMA DAYAYIP TETİĞİ ÇEKTİM

* Bir dönem alkol problemiyle de “boğuştunuz”…
– Düşün daha 25-26 yaşındayken girdim bu dünyaya. Yılın neredeyse 365 günü çalışıyordum. Ayda bir-iki kadeh içmek hakkım bile yoktu. Her sabah 7'de sağlıklı, refleksleri saat gibi çalışan bir şekilde sette olmam lazımdı.
* “Benim” diyen dublörden fazla at üstünde koşturup, oradan oraya zıplıyordunuz üstelik.
– Mecburen 45 yıl 72 kiloda kaldım. Trombolinlerim, yüksek atlama sırığım, atlarım, hepsi bu kiloya göre ayarlanmıştı. Bedenim değil ruhum yorulmuştu. Kendime ait hiçbir şey yoktu hayatımda.
* “Şişede balık olayım” bari mi dediniz?
– Önce akşamları birkaç duble ile başladı. Altı ay sonra şişeleri dipliyordum. Bir gece Safa Önal boş şişelere bakıp “Sen sarhoş olmak için değil ölmek için içiyorsun, intihar ediyorsun” demişti.
* “Yolun sonuna” yaklaştığınızı ne zaman fark ettiniz?
– Bir gece Kulüp 12'nin kapısındaki iri yarı adam sinirime dokundu. “Buranın fedaisi misin?” dedim “Evet, haracını da ben yerim” deyince “Silahın var mı?” diye sordum. Bir Smith&Wesson çıkardı, elinden alıp kurşunlarını boşalttım sonra içine tek bir kurşun koyup namluyu kafama dayadım.
* Filmlerde çok gördüm ama gerçek hayatta Rus ruleti oynayan biriyle ilk kez konuşuyorum. Çektiniz mi tetiği?
– Çektim ama patlamadı. Silahı fedaiye uzattım “Şimdi sıra sende” dedim. Korkudan gözleri büyümüştü. O an anladım ki artık ölüm hakkımı kullanıyorum.
* Kırılma noktası bu olay mı oldu?
– Evet. Ardından bir psikiyatra gittim, durumu anlattım. Adam “Sonun ya ölüm ya intihar, kendinden öç alıyorsun” dedi, “Senin yaşında genç bir adam bütün bunları kaldıramaz”…
* Sonradan bu acı tecrübeleri gençlere ders vermek adına paylaştınız.
– 20 yıla yakın Türkiye'nin dört bir yanını gezdim. Gençlere alkol ve uyuşturucu konusunda bilgiler verdim, ailelerle dertleştim. Çünkü aile değerleri sağlam olursa çocuklar da bu belalardan uzak kalıyor.

AĞZI KAYAN KÖTÜ OYUNCUYA NASIL VERDİLER O PARALARI

* Çok para kazandınız mı Yeşilçam'dan?
– Biz hiç para kazanamadık. O anlı şanlı Orhan Günşiray hastalandığında sigorta hastanesinde üç kişilik odada yattı. Bir televizyonu bile yoktu.
* O kadar film yapıp nasıl para kazanamaz insan?
– Senetler, bonolar verirlerdi hep. Hayatımdaki en büyük parayı sahneden aldım inanır mısın? Önceleri şarkı falan da söylemiyordum. Tolgahan Dans Grubu'nun öğrencileriyle dans edip karate yapıyor, fıkralar anlatıyordum. Derken patron gelip “Millet içki içmiyor, şarkı da söylemen lazım” dedi.
* Neden şarkı söylemiyordunuz?
– Bu sesle nasıl söylerim yahu (gülüyor). Avuçla para almışız, mecburen söyledik. Bir gece bir mumdur, iki mumdur derken kaptırdım gidiyorum. Bir baktım 100'e gelmişim. Millet de kendini masaların altına atmış. Ben de “Aferin Cüneyt” diyorum “başardın”. Meğer millet halime katıla katıla güldüğü için yerlerde yuvarlanıyormuş.
* Şimdiki gençlere baktığınızda “İşte yeni bir Cüneyt Arkın geliyor” dediğiniz biri var mı?
– Kolay değil yeni bir Cüneyt Arkın'ın çıkması. Medrano Sirki'nde bir yıl geceleri çalışıp at numaraları öğrendim, altı yıl karate çalıştım. Siyah kuşak sahibiyim. Sonra gün oldu devran döndü bölüm başına 65 milyar alan bir gencin dizisinde oynadım. Konuşurken adamın ağzı kayıyor. Öyle kötü bir oyuncuya nasıl veriyorlar o paraları aklım almıyor.
* Herhalde kim olduğunu söylemeyeceksiniz.
– Öldürsen söylemem. Ama çok beğendiğim bir isim var, Kenan İmirzalıoğlu… Onu oğlum gibi severim, her şeyi hak ediyor.

BEN TEKLİFİ REDDEDİNCE ROGER MOORE “JAMES BOND” OLDU

* James Bond olmayı reddettiğiniz konusunda bir şehir efsanesi dolanır dillerde.
– Efsane falan değil, gerçekten reddettim… Adamlar buraya kadar geldiler ama ben sıcak bakmadım. Benim yerime de Roger Moore'u James Bond yaptılar.
* Hoppala! Ayağınıza kadar gelen fırsatı niye elinizin tersiyle itiyorsunuz?
– Hollywood'da özel hayat falan kalmıyor. Ne istediğin gibi gezebiliyorsun ne de dostlarla bir-iki laf edebiliyorsun. Burada da özel hayatım yoktu ama milletimin içindeydim en azından. Kendi çöplüğümde ötüyordum. Yıllar sonra bir davette Ömer Şerif'le karşılaştık. “Her şeyim var ama vatanım yok” dedi bana. O dolarları kazanabilmek için vatansız olacaksın arkadaş. Bu da bana uymaz.
* Biraz da hayal kırıklıklarınızdan söz edelim. “Dünyayı Kurtaran Adam” gelmiş geçmiş en kötü filmler arasında gösteriliyor.
– Türk sinemasında o kadar kalitesiz filmler çekildi ki “Dünyayı Kurtaran Adam” onların yanında zemzemle yıkanmış gibi kalır. O filmde emek vardır, absürddür, saçmadır ama kötü değildir.
* O peluş canavarlar dillere destan…
– İskeletleri de, canavarları da gece sabaha kadar uğraşıp ben yapıyordum. Sabah olunca da çekimlerde parçalıyordum.

BÜLENT ERSOY ÇATIŞMA SAHNESİNİ GERÇEK SANIP ÇEKİMİ DURDURDU

* Bunca film arasında neden hiç kötü adamı oynamadınız?
– Oynamaz olur muyum? “Yaralı Kurt”taki topal kiralık katil rolüyle ödül bile aldım. Yeni filmim “Panzehir”de de bir kez daha kötü adamım çok şükür.
* Niye “Çok şükür” dediniz?
– (Gülüyor) Artık kötü adamlıkta para var. Bizim oğlan (Murat Arkın) girdi önce “Panzehir”e. “Baba birlikte oynayalım mı?” dedi. Onunla oynamak büyük zevk benim için. Bir de mafyayı çok iyi tanırım ben, hayatım onların içinde geçti. Rolün hakkını verebileceğimi düşündüm. Yönetmenimiz Alper Çağlar da çok iyi bir iş çıkardı. Hollywood ayarında sıkı bir film oldu.
* Konusu ne filmin?
– Çağa ayak uydurup “kurumsallaşan” acımasız bir mafya babasını canlandırıyorum, bizim oğlan da benim gençliğimi oynuyor. Filme, Türkiye dışında Norveç, Amerika, İtalya, Fransa ve Almanya olmak üzere beş ayrı ülkeden oyuncular katıldı. Çatışma sahnelerinde polise 12 ihbar yapılmış, hatta Bülent Ersoy da Zincirlikuyu'dan geçerken gerçek sanıp “Niye dövüyorsunuz çocukları?” diyerek çekimleri durdurdu (gülüyor).

11.05.2014 tarihli; hurriyet.com.tr de yayımlanan röportajından alınmıştır

*****************

Cüneyt Arkın'ın 45 yıllık itirafı ortaya çıktı!

21 Haziran 2016 tarihli korkusuzmedya.com da yayınlanan röportaj;

Yeşilçam'ın emektar yıldızı Cüneyt Arkın'ın bundan 45 yıl önce verdiği röportajda aç kaldığı günleri aradığı ortaya çıktı. Cüneyt Arkın Yeşilçam'ın büyülü dünyasının kendini yok ettiğini yıllar önce bakın nasıl açıklamış…

En umutsuz günlerinde, Memduh Ün'ün de “Bundan bir şey olmaz” sözlerini duyan  Cüneyt Arkın, Yeşilçam'a vedaya hazırlanırken, imdadına Ülkü Erakalın yetişti.  Cüneyt Arkın… Türk sinemasının en gözde oyuncularından. Adı gazete  manşetlerinin vazgeçilmez sermayesi, bir zamanların tıp fakültesi öğrencisi,  bugünün pratisyen doktoru Fahrettin Cüreklibatur. Cüneyt Arkın, sinema kariyerine başladığı yıllarda…Cüneyt Arkın bugün  Yeşilçam'ın milyoner kişileri arasında. Üçüncü Levent'te 500 bin lira değerinde  bir villası, 200 bin lira değerinde Mercedes marka otomobili, çeşitli yerlerde  arsaları ve bankalarda yüz binleri var. 1963 yılının meteliksiz Fahrettin  Cüreklibatur'una Tanrı «Yürü ya kulum!» demiş ve 1971 yılının milyoner Cüneyt  Arkın'ı çıkmış ortaya… Fakat… Eski günler, sinemadaki ilk günler unutulur mu hiç? Geçmişinin  ağırlığından kim kaçabilir, kim hafızasından silip atabilir o günleri… İşte  Cüneyt Arkın İle Bostancı'daki film setinde, spotların gözleri kör edici  ışıkları altında o günleri konuşuyoruz. Eski günleri, yeni günleri… Cüneyt  Arkın'ın gözleri dalıyor, buğulanıyor eski günlerden bahsedilince… – «1963 yılında Artist mecmuasının sinema artisti yarışmasında birinciliği  kazanıp da sinema artistliğine ilk adımı atınca, ilk olarak babamdan aldım  lanetleyici mektupları. Arkasından arkadaşlarımın bitmeyen, tükenmeyen kırıcı  latifeleri geldi: ‘Yahu Fahrettin başka işin yok muydu da artist oldun? Senden  de artist olur mu?' diyerek beni her fırsatta iğnelerler, kahrederlerdi…» Cüneyt Arkın, ilk filmi Gurbet Kuşları'nın bir sahnesinde Mümtaz Ener ve Tanju  Gürsu ile…- «Fakat azimliydim. Hırslıydım. Mutlaka bir şeyler yapmalıydım.  Yapacaktım. Ne pahasına olursa olsun. İlk filmim ‘Gurbet Kuşları'nda oynadıktan  sonra elime geçen 500 lira ile ancak üç ay idare edebildim. Sonra gene açlık  günleri başladı. Ayakkabılarımın altı delikti. Subay kaputumun apoletlerini  sökmüş, kendime palto yapmıştım. Özel otomobil gerçekleşmesi güç bir rüya,  taksiye binmek hayal, dolmuşa binmek ise lükstü benim için… En ideali otobüse  binmek, ondan da ideali yaya yürümekti… – «Benim ruh yapımı, ruh halimi bilen karım (Güler Mocan) acı çekiyordu ama bana  bir şey hissettirmemeye çalışıyordu. Kayınpederimin evinde kalıyordum. Kasten  yemek saatlerinden sonra eve dönüyordum ki, onlara daha fazla yük olmayayım  diye. Bugün düşünüyorum da, bütün bunların gülünç olduğunu görüyorum ve kendi  kendime öyle hareket ettiğim için küfürler yağdırıyorum.» – «Yeşilçam'da belki iş verirler diye yazıhane yazıhane dolaştığım günlerden  birinde Aziz Sarıkaya'ya uğradım. Belki bir iş verir diye düşünmüştüm.  Yanılmışım. Odasında olduğu halde bana kendisini ‘Yok' dedirtti. Bozuk bir  moralle, cebimde iki buçuk lira olduğu halde, Taksim'den Karaköy'e kadar  yürüdüm, vapura bindim. Yorgundum, ama son paramı tüketmeye gönlüm razı  gelmiyordu bir türlü… Kadıköy'den Suadiye'deki kayınpederin evine yürüye  yürüye gittim.» Cüneyt Arkın ikinci filmi Ayşecik Cimcime Hanım'da Vahi Öz, Zeynep  Değirmencioğlu ve Hülya Koçyiğit ile…Cüneyt Arkın sözlerinin burasında derin,  ama çok derin bir soluk alıp veriyor. O günleri anlatmak bile yoruyor Cüneyt  Arkın'ı. Kimbilir hayat kavgası ne kadar yıprattı, eritti onu… Beş dakikalık  bir düşünme molasından sonra Cüneyt tekrar eski günlere dönüyor. Ah o eski, ilk  günler… * * * – «İkinci filmim ‘Ayşecik Cimcime Hanım'a hem büyük ümitlerle, hem de büyük  ümitsizliklerle başladım. Ümitliydim, zira, caddeden geçerken bana bakanların  yüzlerinde hayranlık belirtileri seziyordum. Ümitsizdim, filmin yapımcısı Hamdi  Değirmencioğlu'ndan 1.000 lira borç almış, kendime bir takım elbise ile bir çift  ayakkabı yaptırmıştım. Bu borcu nasıl ödeyecektim? Hayatım böyle borç harç  içinde mi geçecekti?.» – «Artık içimde çılgınca bir kin vardı. Aylarca uyuyamadım. Medrano Sirki'nde  Kazakların atlarına baktım, karşılığında binicilik dersleri aldım. Düştüm,  kalktım, küfür yedim, tahkir edildim. Gece saat 24:00'ten sonra Pablo Hugo'nun  spagettisini, şarabını taşıdım. Parende atmasını öğrendim cambazlardan. Ter  kokulu havlularını kurutup peşlerinde koştum. Sirkte bulunanların çoğu benim  artist namzedi olduğumu öğrenmişlerdi. Bakışlarından bana acıdıkları için de bir  şeyler öğretmek istediklerini hissediyordum. Bir gece program bittikten sonra  şimdi ismini hatırlayamadığım, fakat çok sevdiğim akrobatlardan biri yanıma  geldi, ‘Gel seninle biraz çalışalım' dedi. ‘Sana ufak bir numara göstereceğim ve  bütün filmcilik hayatında bu numaranın büyük faydasını göreceksin.' Onunla tam  iki saat çalıştık. Ertesi gece gene, daha ertesi gece gene derken, kendimde bir  fevkaladelik hissetmeye başladım. Yavaş yavaş bir şeyler oluyordum. Ümitlendim.  Neşelendim. Sevindim. O gece eve yayan dönerken gene bir ümitsizlik çöktü içime.  Parasızlığın, yalnızlığın verdiği bir ümitsizlikti bu. Karım sabaha karşı beni  karşısında görünce ağladı ‘Bir kadından geliyorsun' dedi. ‘Bu saatte ve sarhoş!'  Karşımdaki aynada sapsarı, müdafaasız bir yüz görüyordum o anda. Fahrettin  Cureklibatur'un yüzünü… Konuşmak istemiyordum. Başım ağrıyordu. İçimde bir taş  yığını vardı sanki. Sinirimden ben de ağlamaya başladım.» Cüneyt Arkın üçüncü filmi Şoför Nebahat'in Kızı'nda Filiz Akın ile…- «Hele  bugünlerden birinde Memduh Ün'ün de ‘Bundan hiç bir şey olmaz' sözleri kulağıma  gelince, daha da yıkıldım ve ilk defa babama ve benimle açıktan açığa alay eden  arkadaşlarıma hak verdim. Evet en iyi yol mesleğime dönmekti!» – «Yeşilçam'dan kaçmaya, “Elveda sinema' demeye hazırlanırken Ülkü Erakalın  çıktı karşıma. Bana “Gözleri Ömre Bedel' filminde şans tanıdı. Adım bir anda  bütün Türkiye'ye yayıldı ve şöhretin kapıları ardına kadar açıldı. O zaman dram  bitti sandım. Oysa, ne bileyim, yeni başlıyormuş. Eskiden normal olan her şey  suçtu artık benim için. Sinemada şöhrete ulaşmakla her şeyin düzeleceğini  sanmıştım. Ne kadar yanılmışım. Meğer o parasız olduğum, aç aç dolaştığım  günlerden bin defa daha mutsuz ve yalnız olacakmışım da haberim yokmuş. Nereden  bilebilirdim ki?» – «Bugün bambaşka bir Cüneyt Arkın'ım. Milyonlarca hayranım var. Herkes peşimde,  herkesin gözleri üzerimde. Zenginim. Ama gene sinemadaki ilk günlerimdeki gibi  yalnız ve mutsuzum. Tedirginim. Ürkeğim. Korkağım.» (Cahit Poyraz – Ses Dergisi – 9 Ocak 1971) / Türk Nostalji CÜNEYT ARKIN KİMDİR? Cüneyt Arkın (1937 – …. ) 8 Eylül 1937 yılında Eskişehir'de doğdu. Asıl adı Fahrettin Cüreklibatur olan oyuncu sinemaya; Artist isimli derginin açtığı yarışma sonucunda, vatani görevini yaparken girdi. Karate filmlerinin, polisiye ve tarihsel filmleri en tutulan oyuncusu oldu. 1976 yılında çevirdiği “Şahin” adlı filmle de yönetmenliği denedi. Cüneyt Arkın Türk sinemasında daha çok Malkoçoğlu, Kara Murat filmleri ile anıldı. Bunun yanısıra Türk Sineması'nın en çok başrol oynayan ismi Arkın'ın romantik filmlerde de oynadı. 60'larda ve 70'lerin başında, romantik bir Cüneyt Arkın vardır. 70'lerin ortalarından sonra tarihi filmler, 80'lerde ise daha çok toplumsal olaylara ağırlık veren filmlerde oynar. Daha sonraları ise televizyon dizilerinde oynayan oyuncu, Türk sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır.

Cüneyt Arkın' ilk evliliğini Doktor Güler Mocan ile yaptı, 1966 yılında Filiz ismini verdikleri bir kızları oldu. Cüneyt Arkın'ın 53 yaşındaki kızı Filiz Canlı'nın 12 yaşında bir de kızı var.

Etiketler: » »
2511 Kez Görüntülendi.
e-ticaret paketleri
#

SENDE YORUM YAZ

10+4 = ?