Türkler olarak Winston Churchill’i yakından tanırız. Özelliklede 1. Cihan Harbinde söylediği ‘’bir damla kan eşittir bir damla petrol’’ sözünden sonra Ortadoğu coğrafyasında Churchill ismi popülerliğini hiç yitirmedi.
Churchill 1911 yılında Kraliyet Donanması’ndan sorumlu bakan olmuştur.
Alması gereken ilk önemli kararlardan biri Britanya İmparatorluğunun genişlemeci Almanya karşısında donanmasında Galler bölgesinde çıkarılan yani güvenli ulusal bir kaynağa dayalı kömürü mü yoksa çok uzaklarda, İran’da çıkarılan petrolü mü kullanacağıdır.
Uzak ve kontrolü zor kaynaklardan sağlanacak yakıta bağımlı olmak neden bir seçenektir? Akıllıca mıdır? Çünkü petrolden üretilen yakıtları kullanan savaş gemileri daha çabuk manevra ve daha yüksek sürat yapabilmektedir. Ayrıca yakıt kullanımı bakımından daha az personele ihtiyacı olduğundan silah kullanım kapasitesi artabilmektedir.
Ayrıca gemiye sefer çıkmadan kömür depolamak 2 günü alırken petrol depolamak 3-5 saati alıyordu.
Kısacası petrol kömürden daha başarılı bir yakıttı.
İşte Churchill’in 1912’deki kaçınılmaz kararı Britanya ve dünya ekonomilerini o gün bugündür petrole bağımlı kılan bu mantığa dayanıyordu.
Churchill’in kararından sonra İngiltere Hazinesi, daha sonra British Petroleum (BP) olacak olan Anglo-Fars (Anglo-Persian daha sonra Anglo-İranian) petrol şirketinde çoğunluk hisselerini aldı.
1951 yılında İran’da Muhammed Musaddık’ın başbakanlığındaki laik-demokratik ve yabancı egemenliğine karşı hükümet petrolleri millileştirme kararı verdi.
İngilizler “Bizim şirketimiz, dokunamazsınız” derken İranlılar “Bizim petrolümüz, istediğimizi yaparız” diyordu.
Musaddık, iki yıl sonra arkasında Amerikan ve İngiliz dış istihbarat örgütleri CIA ve MI6’in bulunduğu bir darbeyle devrilirken, petrolün kontrolü tartışması dünyanın bir çok ülkesinde bunu takip eden onlarca yıl devam edecekti.
Bazı ülkeler bu mücadeleden daha kârlı çıktı. Suudi Arabistan zengin petrol rezervleri sayesinde dünyanın en zengin ülkelerinden biri haline geldi.
Devletin elindeki Suudi Aramco şirketi bugün Apple, Google ya da Amazon şirketinden daha değerli.
Ama Suudi Arabistan ekonomisi Japonya ve Almanya ekonomileriyle karşılaştırılabilecek karmaşık bir ekonomi olamadı. Sebebi belki de Ortadoğu düşünce yapısı olabildi.
Irak, İran, Venezuela, Nijerya gibi zengin petrol rezervlerine sahip ülkelerin tümünün ekonomileri, kaynaklarının kontrolü konusu bir yana petrol ile zenginleşti. Ama iktisatçıların “petrolün laneti” dedikleri türden bir zenginleşme oldu bu.
1960’lı yılların başlarında Venezuela petrol bakanı olan Juan Pablo Perez Alfonso 70’lerde petrolü “şeytanın dışkısı” diye tanımladı ve “Şeytanın dışkısında boğuluyoruz” dedi.
Petrol bakımından zengin olmak ekonomiler açısından neden sorunlu?
Öncelikle petrol ihraç ettiğiniz zaman paranızın değeri yükseliyor. Bu da petrol dışında herhangi bir şeyin üretimini yapmayı çok pahalı hale getiriyor. Dolayısıyla petrol zengini ülkeler imalat sektörünü ya da karmaşık hizmet sektörlerini geliştirmekte büyük güçlük çekiyorlar.
Petrolü başka ve sürdürülebilir kaynaklarla ikame etme gerekliliğinin bir sebebi ekonomilerde sürdürülebilir bir çeşitliliği engellemesiyse diğeri de kuşkusuz İklim Krizi’nde oynadığı rol.
Buna karşılık petrol yerini başka kaynaklara bırakmaya inatla direniyor. Bunda özellikle hareket eden motorlarda hafif ve kolay taşınabilir yakıt olmasının rolü var. Örneğin 1 kilogram fosil yakıtın verdiği enerjiyi elektrikli bir araçta ancak 60 kiloluk bir batarya sağlayabiliyor. Üstelik boş bir bataryanın ağırlığı da dolusu kadar. Dolayısıyla hep ağır.
Elektrikli araçlar yine de yavaş yavaş piyasaya giriyor. Elektrikli jumbo jet üretmek ise çok daha büyük bir teknolojik atılım gerektirecek.
Bir dönem petrolün artık tükenmeye başlayacağı, bunun fiyatları iyice yükselteceği ve insanlığı alternatiflere teşvik edeceği söyleniyordu.
Ama yeni petrol sahaları bulundukça bu bir türlü gerçekleşmeyen bir beklenti olarak devam ediyor.
Bunda petrol aramada geliştirilen ve fracking denilen yeni gelişkin tekniklerin de büyük rolü var. Artık çok daha derin ve çıkarması zor rezervlere ulaşılabiliyor.
Bu veriler öyle gösteriyor ki Winston Churchill doğru bir karar vermiş. Eğer Winston Churchill amacına ulaşamasaydı elinde kazma kömür madeninde çalışıyor olur muydu diye de insan düşünüyor. Fakat Venezuela neden kendini şeytan dışkısında boğuluyormuş gibi hissediyor anlaması zor doğrusu.