Kaan H. Ökten – Ölüm Kitabı ve Harald Bream – Uruk Aslanı Gılgamış. Adlı kitaplardan esinlenerek özetlersek;
Bildiğiniz gibi yakın doğu’da oluşturulan bilinen en eski destanlardan biridir Gılgamış. Önemini eski olmasından ziyade kendisinden sonra gelen toplulukları binlerce yıl etkilemesine borçludur.
Mevcut Sümerce tabletlerde destan kırık ve tamamı okunamaz haldedir. Ancak Asurbanipal’in kütüphanesinde bulunan Gılgamış destanı oniki tablet halinde ve okunabilir durumdadır…
Gılgamış M.Ö 2650 yıllarında Uruk şehrini yönetmiş yarı insan,yarı Tanrı efsanevi bir Kraldır.
Şehrin yıkılmaz kabul edilen surlarını o yaptırmıştır, ölümünden yüzyıl kadar sonra ismi Kral yerine Tanrılar listesinde geçmeye başlamıştır…
Gılgamış’ın öyküsü modern insan için bile oldukça trajiktir. Destan dünyadan gelip geçmiş her insanın hayat karşısındaki mücadelesini ve acziyetini edebi bir üslupla ele alır. Dönemin mitolojik kişilerinde olduğu gibi harikulade bir şekilde doğmamıştır, çocukluğuyla ilgili de olağanüstü bir anlatım yoktur. Mitolojide güçlü bir Kral olan Gılgamış yakın arkadaşı Enkidu’yla çeşitli kahramanlıklar yapar…
Her efsanede farklı bir yanını gördüğümüzü zannetsek de o, kimilerine göre çözüme ulaştırılmış tabletlerdeki söylemlere göre “uykudan uyandırandır…”
İnsanları ölümü sorgulamaya yönlendiren söylemleri, yaşadığı dönemde hayatın anlamını bile bilmeden yaşamak için mücadele eden insanların uyanışı için göndermeler gibidir. İnsanlara yaşamı sorgulatan bir misyon üstlenmiş gibi ölümü sorgular…
“ölüm, hiç kimsenin görmediği,
yüzünü kimsenin fark etmediği,
sesini hiç kimsenin duymadığı,
zalim ölüm! yok eder insanları! Ebediyen var olacak evler inşa ediyor muyuz?
Sonsuza dek geçerli sözleşmeler imzalıyor muyuz?
Okurken insanların aslında hiç değişmediğini öğreten destandır. Bundan binlerce yıl önce de aynı hırslar vardı şimdi de aynılarını yaşıyoruz. İnsanlar bu kadar çabayı sadece rahat yaşamak adına göstermiş olamaz, Gılgamış bu gün hala çözmek için uğraşılan ölüm bilinmezinin insanların içindeki nüvesidir…
İlk okumaya başladığınızda Sümer Tanrısı Anu’nun üçte ikisi Tanrı olan bir halkı acımasızca yöneten Kral Gılgamış’a, medeniyet yüzü görmemiş üçte ikisi hayvan olan vahşi bir adam Enkidu’yu yaratıp verdiğini, ölümün ilk defa burada Gılgamış’a uygun görülen bir bilinmez olduğunu fark edersiniz. Ama aralarındaki savaşı Gılgamış kazanır ve sonra ikisi arkadaş olurlar, biri Krallığından, öteki de hayvanlığından vazgeçer ve sorgulama başlar. Burada Gılgamış’ın hayatı sorgulama sebebi gibi, Enkidu hayatına dahil edilmiş diye düşünüyor insan. Çünkü onun ölümü ile Gılgamış’ın ölüme başkaldırısı başlar…
Her kutsal kitapta yer alan “Nuh Tufanı”nın da kahramanı Gılgamış olunca, hayatı ilk sorgulayan ölümlü olarak, onu filozların babası, insan haklarını koruyan bir aktivist diye tanımlayabilirsiniz.
Hem yaratılsın, hem de başa çıkılamayınca yok edilmek istensin insanoğlu.
Gılgamış bir tufan ile kökü kazınmak istenen insanlığı kurtarmak için haber verir Nuh’a, ama bu gazap onu da korkutmuştur ne de olsa ölümlüdür, Tanrıların korkusundan görünmeden, bir duvarın ardından seslenir usulca;
Daha sonra adı “Nuh” olarak tanımlanan Sümerli, Şurippaklı Ubar-Tutu’nun oğlu Utnapiştim’e haber verir Gılgamış…
Şurippaklı Ubar-Tutu’nun oğlu,
Evi sök, bir gemi yap, serveti bırak.
Yaşamı ara! mülkten nefret et! canını kurtar!
Canlı yaratıkların her türünden geminin içine yükle. Yapacağın geminin her yanı uyumlu bir ölçüde olsun.
Onun eni ve boyu bir ölçüde olsun.
Yağmura karşı onun her yanına bir çatı kur. ”
Tufan yaşanır ve biter,insanlık kurtulur ve yaşam döngüsü devam edecektir, Gılgamış ölümsüzlüğün bilgesi Utapiştim’in peşine düşer. Ama kaderler yazılmış, kısmetler pay edilmiştir Tanrılar tarafından. Ölümsüzlük otunu alır Utnapiştim’den, onun derdi tek başına ölümsüzlüğe ulaşmak değildir, yeni bir insanlık ölümü sorgulamadan var olsun ister. Ama halkına ulaştıramadan, bir yılana kaptırır ölümsüzlük otunu…
Bu gün biz hala Gılgamıs’ı okuyor isek, Gılgamıs aradığı ölümsüzlüğü bulmuştur belki de…
Biz onun hikayesinin izini süremedik sanki, bence binlerce yıl dediğimiz zaman o zamandan çok uzak değil, aynı yerde sayıyor, uzun uzun zamanlara anlamlar yüklüyoruz kendimizce.Binlerce yıl geçer, binlerce insan defalarca okur bu destanı. Okusunlar diye bütün kutsal kitaplara yazılmıştır. Acaba neyin peşinde niye koştuğu sorgulanır mı? Niye kutsal kitaplara konu olan tek efsanedir? Hakikaten hepsi masal tadında hikayeler midir, yoksa biz mi bin yıllardır okuyup, sonra aynı yere bırakmayı uygun görüdük bu hikayeleri?
Aslında bir şey var değişen, ömür uzadı ölüm sorgulanırken…